Kral Oidipus (İnsanlık tarihinin en talihsiz kişisi)

Ata Çakır
11 min readSep 24, 2020

--

Bu adı taşıyan eser, Yunan tragedyasının en kuvvetli ve hüzünlü örneği sayılıyor. Konusunun işlenişindeki ustalık, kişilerinin karakterlerinin belirtilmesindeki üstünlük, iç yapısındaki derli topluluk bu kadar başarılı biçimde başka tragedyalarda pek nadir görülür. Ele alınan problemin, kader probleminin her zaman canlı, taze kalacak, okuyanları da, seyredenleri de ilgilendirecek nitelikte olması eseri ölmezliğe kavuşturmuştur.

Yazılalı yirmi beş asır geçtiği halde taze kalmasını ve günümüzde hâlâ bize ışık tutmasını, geçerliliğini korumasını bu özellikte aramak yerinde olur. Çünkü Oidipus kaderle savaşan insanların başında gelir. Her şeye rağmen, hatta çizilen kadere rağmen insana yaraşır bir biçimde mücadelenin motifi olmuştur. Başına gelecekleri bildiği, yaman kaderini sezdiği halde insana yaraşır bir davranışla yılmadan mücadele etmesi ona tragedya kahramanları arasındaki büyük yerini verir.

Kral Oidipus’un hikayesine geçmeden önce, dünya edebiyatına bu muazzam eseri kazandıran Sophokles’i biraz tanıyalım.

Sophokles (MÖ. 495-MÖ.406)

Sophokles, İsa’dan önce 495 yılında Atina yakınındaki Kolonos kasabasında doğmuştur. Oidipus’un Kolonos’a sığındığı, son günlerini orada geçirdiği, günün birinde de esrarlı bir şekilde ortadan kayboluverdiği çok eski zamanlardan beri anlatılırdı. Çocukluğunda bu hikayelerin Sophokles üzerinde tesirler bırakmış olduğu anlaşılıyor. Atina’nın en parlak devrini, Med savaşlarından sonraki yılları, Perikles ile Kimon hegemonyasının en güzel zamanlarını yaşamış; Peloponnesos savaşlarını, Sicilya seferinden sonra Atina’nın çöküşünü de görmüştür.

Babası Sophillos oğlunun iyi bir öğrenim ve eğitim almasına özen göstermişti. Sophokles’in tiyatro hayatına girmesi, tragedya yazmaya heves etmesi Yunan tragedya şairlerinin babası sayılan büyük Aiskhylos’un tesiriyle olmuştur. Ona derin bir hayranlıkla bağlanmıştı.

Aiskhylos

Çok geçmeden kendi başına Atina’daki tiyatro yarışmalarına girer, 468 yılında, yirmi yedi yaşındayken ilk başarısını kazanır. Onuncu yüzyıl ortalarında yaşayan Yunan dili ve edebiyatı üzerinde değerli bir sözlük çıkarmış olan Suidas’a göre, altmış yıl kadar süren tiyatro hayatında, Sophokles yirmi dört defa yarışmalara katılmış, her defasında da birinci veya ikinci olmuştur.

Hususi hayatıyla ilgili birçok söylentiler de bulunmakta. Ancak benim söylentilere harcayacak vaktim yok. O yüzden gerçekliğinden emin olunan şeylerden devam edelim. Sophokles 406 yılında Atina’da ölmüştür. Doksan yıla yaklaşan ömründe yüzden fazla tragedya yazmıştır. Bunlardan yalnız yedisinin metinleri kalmış, diğerleri ise kaybolmuş ve tarihten silinmiştir.

Aiskhylos’un eserlerinde insan, tanrıların büyük kudreti karşısında ezilir. Bu kudret Sophokles’in tragedyalarında da büyük ölçüde kendini belli eder; insan yine çizdiği (çizildiği) yoldadır, alın yazısından kurtulamaz, ama bunu bile bile, kendini yok etmek isteyen kuvvetlerin elinden kurtulmaya çabalar, uğraşmaktan asla vazgeçmez. Oidipus böyle bir davranışın en açık örneklerinden birini verir, işaret ettiğimiz gibi bu bakımdan onda bir nevi yeni çağ anlayışı sezilir.

Tragedyalarda sık sık görülen, onlara konu olan Yunan tanrılarının kendi aralarındaki türlü münasebetleri, “beşeri” denebilecek kavgaları zamanla seyircilerin, geniş halk kitlelerinin din ve dünya görüşlerine etki yapmıştır. Bu gerçeği şu söz bize anlatır;

“İnsanların da, tanrıların da anası topraktır”

– Pindaros

“Sahneye en az tanrı çıkarmış Yunanlı Sophokles’tir” cümlesini gönül rahatlığıyla kullanabiliriz. Elde kalan yedi eserinde, sadece iki yerde tanrılar görülür.

Attreus’lardan sonra müthiş kaderiyle Yunan tiyatrosunu besleyen aile Labdakos’lar, yani Oidipus ile çocukları olmuştur.

“İnsanın en büyük suçu dünyaya gelmiş olmasıdır.”

– Calderon

Calderon’a hak verilecek bir aile olduğu hakikat.

Saphokles’i yeterince tanıdığımıza ve gerekli ön bilgileri verdiğimize göre artık Oidipus’un öyküsüne giriş yapabiliriz.

Öncelikle Oidipus’un kaçınılmaz kaderinin arka planına bakalım. Yabancı diyarlardan gelip Yunanistan’da yedi kapılı Thebai kentini kuran Kadmos’un, Oidipus’un dedesinin başına gelenler gerçi pek dile düşmemiştir, ama torunundan daha az belaya da uğramamıştır; Thebai’de birbiri ardından kızlarının feci şekilde ölmeleri onu bu kentten soğutmuş, acısından karısını alıp yollara düşmüştür. Bu da yetmiyormuş gibi sonunda tanrı her ikisini de yılan şekline sokmuştur…

Labdakos’un oğlu Laios, Thebai’nin kralıydı. Laios’un eşi, İokaste bir çocuk doğrudu. Tanrı Appollon çocuğun babasını öldüreceğine, annesiyle yatacağına ve Thebai’ye felaketler getireceğine dair bir kehanette bulundu. Laios ve eşi, bu korkunç lanetten kurtulmak adına, çocuğu öldürmesi için hizmetçiye teslim ettiler. Kithairon dağından çocuğu uçuruma atmasını istediler. Böylelikle kehaneti bozabileceklerini zannettiler. Hizmetçi, bebeği öldürmeye kıyamadığı için ayaklarını bağlayıp bir ağaca astı.

Ancak dağda sürülerini otlatmakta olan bir çoban çocuğu kurtarır, Korinthos kralı Polybos ile eşi Merope’ye verir. Bu çiftin bir türlü çocuğu olmadığı için bu fırsatı kaçırmadılar. Kendi öz evlatları gibi sahiplendiler. Çocuğun ayakları o kadar sıkı bağlanmıştı ki, ayakları şişmişti. Bu yüzden çocuğa “şişik ayak” manasına gelen “Oidipus” adını uygun gördüler.

Çocuk Korinthos’ta, Polybos’un sarayında büyüdü. Günün birinde, şarabı fazla kaçıran bir misafir, tartışma esnasında Oidipus’a “uydurma evlat” diye hakaret etti. Oidipus, ilk başta bunun gerçek dışı ve alkol etkisi ile olduğunu düşündü. Ancak sofradıkilerin bakışları Oidipus’un içine bir kurt düşürdü. Anne ve baba olarak bildiği kişiler ile bu konuyu konuştu. Annesi ve babası üzülmemesi için ona yeminler ettiler. Ancak Oidipus yetinmedi ve Delphoi’ye, Apollo’un kâhinine başvurdu. Kâhin ona babasının kim olduğunu söylemedi. Ancak, Apollo’nun başlarda öz babasına ve annesine bahşettiği kehanetin aynısını iletti.

Oidipus bu kehanetten çok korktu ve gerçek anne babası bildiği kişilerden kaçtı. Polybos ile Merope’nin sarayından kendini sürgün etti. Asıl korkunç şeyler ise bu andan itibaren yaşanmaya başlayacaktı.

Oidipus, Kithairon bölgesinde, üç yol ağzında bir araba ile karşılaştı. Arabada Thebai kralı, Oidipus’un öz babası Laios vardı. Kral da, yanındaki adamlar da Oidipus’a yoldan çekilmesi için bağırdılar. Zaten çok üzgün olan Oidipus onları işitmedi. En son sabrını tüketen arabacı Oidipus’a sopayla vurdu. Böylelikle felaketler silsilesinin ilk domino taşı düşmüş oldu. Neye uğradığını şaşıran Oidipus bir hışımla sopayı kaptı, arabacı ve kralı oracıkta öldürdü.

Gidecek bir yeri olmadığını anlayan Oidipus arabanın gitmeye çalıştığı yöne doğru ilerlerdi. Küçük yaşlarında, daha bebekken hakkında yapılan kehanet yüzünden şehirden uzaklaştırılmaya hatta öldürülmeye çalışıldığı dede topraklarına geri döndü. Thebai kapılarına yaklaştı. Kral’ın cenaze işleri hallolduktan sonra halk büyük bir soruna sahip olduğunu tekrar hatırladı. Bu sorun ise Spinks’ti (Sfenks).

Bunu bilmeyen Oidipus karşılaştığı bir ihtiyara bu yaratığı sordu. Yaşlı adam çok şaşırdı ve soru soran kişinin yabancı olduğunu anladığında yaratığı anlatmaya başladı. Bu canavarın yarısı kadın yarısı aslan olan bir bedene sahip, devasa pençelere ve bir kuşun kanatlarına da sahip olduğunu sözlerine ekledi.

Spinks (Sfenks) adlı canavar yol üzerine oturmuş, gelip gidenlere bilmeceler sormakta, bilemeyenleri ise parçalamaktadır. Zaten ölen kralın, kral gibi değil, bir köylü gibi giyinmesinin nedeni budur. Bu yüzden Oidipus onun kral olduğunu anlayamamıştır. Bunun sebebi ise başlarına musallat olan bu canavar yüzünden kahinden bir kahraman isteyeceklerdi. Aceleleri vardı ve o sırada Oidipus ile karşılaşmışlardı. Köylülerden birisi yoldan geçerken krallarının ölü bedeni ile karşılaştı. Tabi krallarını kimin öldürdüğünü bilmiyordu.

Laios’un ölümünden sonra Thebai kralından, kraliçe İokaste ise eşinden mahrum kalmıştı. İokaste’nin kardeşi Kreon, kenti canavardan kurtaracak kişiye Thebai’nin tahtını sunacaktı. İokaste ise yeni taht sahibiyle evleneceğini müjdeledi. Oidipus tabiri caizse “zaten hayatımız yalan, şu vakitten sonra ölsek ne olur? Ölmesek ne olur?” Mantığı ile şansını denemek istedi.

Oidipus, canavarın yanına gider ve sorusunu sormasını emreder. “De bakalım öyleyse bilmeceni” diye haykırır kahramanımız. Canavar: “Sabah dört, öğlen iki ve akşam üç ayakla yürüyen yaratık hangisidir?” diye sorar. Oidipus, Apollo’dan aldığı bir ilhamla “İnsandır; çocukluğunda iki eli, iki ayağı ile yürümeye çalışır; büyüdüğü zaman (gençliğinde) iki ayağıyla yürür; ihtiyarlığında da bir değneğe dayanır” diye yanıt verir. Cevap doğruydu. Yenilgiyi hazmedemeyen, hırsına yenik düşen canavar kendini uçurumdan atar ve intihar eder.

Böylelike Oidipus Thebai tahtına geçer ve kraliçe İokaste, yani annesi ile evlenir. İokaste’den iki erkek (Eteokles, Polyneikes), iki de kız çocuğu (Antigone, İsmene) dünyaya getirir. Hiç farkına varmadan, Apollo’nun bildirdiği tüm felaketler adım adım yaşanır. Thebai’de çok sevilen, sayılan bir kral hayatı yaşadığını sanır. Çok geçmez, kentte veba, kıtlık baş gösterir. Delpoi’deki kâhine danışırlar;

“Buyurdu ki sona erecek veba,

Laios’u öldüren çıkınca gün yüzüne

Ve ödeyince günahının bedelini

Canıyla ya da sürgünle.”

Diye buyurdu kâhin. Oidipus katili cezalandıracağına yemin etti. “Gözleri kör olsun, yaşayacak yurt bulamasın, eğer o katil şimdi ortaya çıkmazsa ölümü bile huzurlu olmasın.” diye lanet okudu. Ancak bu laneti aslında kendisine ettiğinin farkında değildi.

İşin peşini bırakmadı. Birçok kahinlere başvurdu. Herkes katilin haydutlar olduğunu düşünüyordu ancak kahin onu öldürenin bir akrabası olduğunu söyledi. Laios’un bir elin parmakları sayısından fazla akrabası yoktu. Herkes “olsa olsa Kreon yapmıştır” diye düşündü. Araştırmalar kuvvetlendirildi ancak yapan kişi o değildi. Sonuç olarak Oidipus, kendisine tahtı bahşeden kişiyi şehirden kovmakla yetindi.

Oidipus, çok geçmeden üvey babası Polybos’un ölüm haberini aldı. Hem çok üzüldü hem de çok sevindi. Polybos’u öz babası bildiği için kehanetin “Babanı öldüreceksin” kısmının gerçekleşmediğini, bu yüzden kehanetin de bozulduğunu düşündü. Eski kralın ölümü hakkındaki araştırmalar devam ettikçe ayakları bağlı şekilde ormana terk edilen bir bebeğin hikayesini öğrenmişti. Bebeğin ayaklarını o kadar sıkı bağlamışlardı ki, ayağında yaralar vardı. Aynı yaraların izleri Oidipus’un bileklerinde de duruyordu. Üstelik onu Merope ve Polybos’a götüren çoban, bebeği Korintos’a bulduğunu söylemişti.

Artık bütün şüpheler Oidipus’un üzerinde toplandı. Kendisinin bu günahı işlediğinden emin olmak için “o gün kaç kişi ile yola çıktı, ne zaman oradaydı?” tarzında sorular sordu. Kralın ölü bedenini gören köylü Oidipus’un huzuruna çıktı ve gördüklerini anlattı. Hakikat ortaya çıkmıştı. Babasını öldürmüştü. Apollo’nun ilk kehaneti ortaya çıktı. Annesi yani İokaste ile evlenmişti ve ondan çocukları bile olmuştu. Kehanetin ikinci kısmı da çoktan gerçekleşmişti. Keza aynı şekilde Thebai kentinin de hakimiyetine sahipti ve şehirde birçok felaket yaşanıyordu. Bütün kehanet adım adım gerçekleşmişti.

İokaste, kocasını öldürenin ve evlenerek çocuklar yaptığı kişinin kendi öz oğlu olduğunu öğrenince buna dayanamadı ve kendini astı. Bu sefer ise Oidipus’un kendisine ettiği lanet yaşanıyordu. Annesini ve aynı zamanda karsını bu şekilde gören Oidipus, kraliçenin elbisesindeki iğneleri tek tek gözlerine sapladı ve kendini tamamen kör etti. Halkın gözünden düşmüştü. Herkes ondan nefret ediyor ve bütün yaşanan felaketlerin nedenini onda buluyordu. Dedesinin miras bıraktığı yurttan tekrar sürgün olmak zorunda kaldı.

Çocukları ise ensest bir ilişkinin meyveleri olduklarını öğrendiğinde dışlandılar ve kimseyle evlenemediler. Hayatları zindan oldu. Nesiller önce Apollo’nun lanetlediği Kadmos’un soyu böylelikle kurumuş oldu. Oidipus daha bebekken öldürülmesi gereken Kithairon ormanlarında kör ve yaşlı bir şekilde yolculuğa çıktı. Kör, beş parasız ve yayan vaziyette sarayı, felaketlere uğrattığı kenti terk etti.

Sefaleti ve perişan halinden dolayı kendisine daha büyük bir sevgi ve düşkünlükle bağlanan vefakâr kızı Antigone’un eşliğinde dört bir yanı dolaştı. Yağmur ve soğukta yürüyerek, iki lokma yemek için ve barınacak bir yer buldukları her yol kenarında dilenerek geçen günlerin ardından Oidipus ve kızı Atina yakınlarındaki Kolonos adında bir yerleşkeye geldi.

Burada Yunanların Erinyeler için kutsal olduğuna inanılan balta girmez ve aşılamaz olarak nitelendirilen bir orman vardı. Oidipus kalan karanlık günlerini bu kasvetli yerde geçireceğini söyledi ve kızına veda ederek bir başına karanlık ormana daldı. Ağlayarak babasının koluna sarılan Antigone, yanında kalmasına müsaade etmesi için yalvardı. İhtiyar, kör ve güçsüz bir adam bu korkunç yerde ölüp gitmez miydi? Oidipus kendisine sarılan elleri nazikçe indirdi ve gecenin ebedi karanlığında yaşayan biri için ormanın karanlığında hiçbir tehlike olamayacağını temin ederek kızının bu isteğini geri çevirdi.

Böylece yüreği burkulan Antigone, Atina’ya döndü ve kör kral çalılıklar ile devrilmiş ağaçlar arasında el yordamıyla ilerledi. Gece çökünce korkunç bir fırtına yaklaştı, öncü rüzgârlar ormanı bir oyuncak gibi bir o yana, bir bu yana salladı. İhtiyar kral yine de ağaçların arasında yoluna devam etti. Şimşekler ormanın karanlığını her aydınlattığında iki büklüm ve titrek fakat bir o kadar da azimli ve korkusuz bir beden beliriyordu karanlıkta. Ertesi gün, fırtına dinince Atina kralı Theseus’un yolladığı bir grup adam Oidipus’u aradı fakat hiçbir yerde izi bulunamadı; eskiler, Erinyelerin onu Hades’e sürüklediğine ve ona işlediği suçlara münasip bir ceza verildiğine inanırlardı.

Tıpkı Apollo’nun rivayet ettiği gibi Oidipus’un kentten sürgün olmasının ardından veba Thebai’yi terk etti ve kent bereketli günlerine geri kavuştu. Böylece kralın iki oğlu bir taht kavgasına tutuştu. Nihayet bir uzlaşma sağlandı; yaşça büyük olan Eteokles bir sene boyunca hüküm sürecek, ardından taht bir sene boyunca kardeşi Polynikes’e geçecekti. Sorunun dostane bir çözüme kavuşturulmasıyla Polynikes, kardeşinin hükümranlığı boyunca yaban ellerde serüvenden serüvene koştu. Bir senenin sonunda Polynikes hakkı olan tahtı almak için geri döndü. Lakin Eteokles tahttan inmeyi reddetti ve askerlerinin yardımıyla Polynikes’i şehirden sürdü.

Bu ihanet karşısında öfkelenen fakat tek başına intikamını alamayan Polynikes, Argos kralı Adrastus’un sarayına sığındı ve burada hoşça karşılandı. Kardeşinin ihanetini anlatarak kralın sempatisini kazandı; iyi kalpli kral, krallığını geri alması için ona yardım edeceğine söz verdi. Daha sonra sürgün yemiş prens, Adrastus’un kızıyla evlendi. Kral, büyük bir ordusunu Polynikes’in emrine verdi ve birliklerin başına kenti işgalciden kurtarmaya azmetmiş ya da bu uğurda ölmeyi göze almış yedi yiğit komutan yerleştirdi. Bu meşhur sefere “Thebai’ye karşı Yediler” adını bu komutanlar vermiştir.

Cesaret ve yiğitlik kenti ele geçirmeye yetseydi, kuşatmacılar kolay bir zafer kazanırdı; fakat Thebai gibi güçlü surlarla korunan bir yer karşısında cesaretleri hiçbir işe yaramıyordu. Yedi sene süren kuşatmanın sonunda taarruz kuvvetlerinin komutanları böylesi umutsuz bir davayı desteklemekten usandılar ve iki kardeş arasındaki anlaşmazlığın düello ile çözüme kavuşturulmasında karar kıldılar. Bu karar uyarınca Polynikes ve Eteokles karşı karşıya geldi ve kıran kırana tutuştukları kavgada ikisi de öldü.

Tahtta yasal olarak hak iddia edebilecek geride tek kalan kişi İokaste’nin kardeşi Kreon’du. Böylece Kreon Thebai kralı ilan edildi. Kreon’un emriyle Eteokles’in cesedi kraliyet mensuplarına yaraşır bir cenaze töreniyle toprağa verildi; fakat Polynikes’in cesedi köpeklere ve akbabalara yem olarak savaş meydanında bırakıldı. Ardından kral, ölen prensin cesedine her kim dokunma cüretinde bulunursa onun da diri diri gömüleceğine dair bir buyruk verdi. Polynikes’in dostları bu buyruğa karşı çıkmaya cesaret edemedi; ama kardeşinin cesedinin böyle bir saygısızlığa maruz kalmasına gönlü razı gelmeyen Antigone, kralın bu zalim buyruğunu çiğnemeye karar verdi.

Kimse yardım etmeye yanaşmayınca kendi elleriyle bir mezar kazdı ve Polynikes’i bir başına elinden geldiği kadarıyla geleneklere uygun bir şekilde toprağa verdi.

Antigone kardeşi için üzerine düşeni yapmakla meşgulken Kreon’un askerleri onu gördü ve tuttukları gibi kralın huzuruna çıkardılar. Ne Antigone’un kendi ailesine mensup olması ne de oğlu Haimon’la evlenecek olması, inatçı kralı genç kızı ölüme mahkum etmekten caydıramadı.

Haimon nişanlısının hayatını bağışlaması için yalvardı; ne de olsa, kralın emrine karşı çıkarak yaptığı bu eylem takdire şayan bir bağlılık gösterisiydi. Lâkin Kreon kararından dönmedi ve Antigone’un en korkunç şekilde – diri diri gömülerek – cezalandırılmasına hükmetti. Bu merhametsiz emir yerine getirildiği sırada Haimon, Antigone’un içinde diz çöktüğü mezara atladı ve onunla birlikte ölmek istediğini haykırdı. Aşıkların gömülmesi ağır ağır tamamlandı; Antigone, Haimon’un kollarında can verdi ve delikanlı onun cansız bedenini kollarında hissedince hançeriyle hayatına son verdi.

Hikayenin Oidipus kısmına geri dönersek. Oidipus birden bire ortalıktan kayboldu. Ölüp ölmediğini, nereye gittiğini kimse bilmiyor. İnsanlık tarihindeki en kötü kaderlerden birine sahipti ve her kaderden kaçış hareketi mutlak sona onu sevk etti. Böylece Oidipus’un hikayesi son buldu.

“Gerçek kader, kaderden kaçtığını sanmaktır”

Yunan tragedyaları arasında, Oidipus’un kaderi kadar bedbaht bir kadere sahip herhangi bir karakter yoktur. Hem mitolojilere, hem de tiyatrolara girmiş bu gibi olayların içerisindeki her kişi ve olay belli bir durumu sembolize etmektedir. Oidipus’un temsil ettiği durum; tanrıların gazabını kazanan birinin bütün soyu boyunca türlü felaketlerle uğraşacak ve yazılan kader sayfalarının içindeki bahşedilen rolü oynamasıdır. Birçok kutsal kitapta ve eski inanç anlatılarında tanrıların lanetlediği bazı kişiler bulunmaktadır. İncil’de de Apollo adı kıyamette ortaya çıkarak birçok felaketi gerçekleştirecek bir meleğe verilmiştir.

Başlarında kral olarak dipsiz derinliklerin meleği vardı. Bu meleğin İbranice adı Avaddon, Grekçe adı ise Apolyon’dur”

Kitab-ı Mukaddes, Mart 2020, İncil, Vahiy bölümü 9:11, s.608

Bugünlük, bu yazının sonuna geldik. Ben Ata, diğer yazılarda görüşmek dileğiyle^^

Not: Yazı, paylaşıldığı tarih itibariyle, konuyla ilgili internetteki en geniş anlatımdır.

NOT: Bu yazı ve diğer yazılarım tamamen bana aittir ve hakları saklıdır. Kaynak göstermeden veya benden izin almadan herhangi bir makalemi elektronik ya da matbuu mecrada kopyalamanız halinde hakkınızda yasal işlem başlatılacaktır. İlgili makalenin kaynakları altta belirtilmiştir.

Sosyal medya;

https://www.instagram.com/ata_cakir_/

Kaynakça;

Emilie Kip Baker-Antik Yunan ve Roma hikayeleri, Kanon Kitap, 2. Baskı, s.273–281 (otuz ikinci bölüm)

Sophokles-Kral Oidipus, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, 7. Baskı, s.V-XVİ (5–16)

Kitab-ı Mukaddes, Mart 2020, İncil, Vahiy bölümü 9:11, s.608

--

--

Ata Çakır

Kendi bilgi birikimini aktaran, tarih, felsefe ve bilim hakkında kaynaklı detaylı yazılar yazan klasik birisi.