Tufan efsanesi

Ata Çakır
19 min readJan 27, 2021

--

Selamlar dostlar! Başlıktan anlaşıldığı üzere bugün işleyeceğimiz konu birçok mitoloji ve dinde yer edinmiş “Tufan efsanesi” olacak. Kaynaklar, yazının en sonunda belirtilmiştir, iyi okumalar dilerim.

Birçok dinde yer edinmiş felaket mitleri, genelde ortak anlatıma sahip kıyametlerden oluşur. Diğer inançlarda ortak motiflere rastlamak mümkündür. Ancak tufan efsanesi, bunların içinde ciddi önem taşıyanlardan biridir. Tarihsel ve bilimsel bakış açısından uzaklaşırsak; Lut kavmi gibi felaketlerinde insanları yok ettiği, kıyametlere sebebiyet verdiğini söyleyebiliriz.

Çok eski çağlarda, insanları yok etmek amacı ile Tanrı
tarafından büyük bir tufan yapıldığı hikâyesinin, yalnız, ilk
kutsal kitap Tevrat’ta yazılı olduğu biliniyordu. Fakat geçen
yüzyıl içinde Ninive’de yapılan kazılarda çıkan Asur Kralı
Asurbanipal’ın kütüphanesi içindeki bir tablette aynı hikâye
okununca (1872) büyük bir şaşkınlık yaşanmış ve bu inanç
kökünden sarsılmıştı.

Tufan efsanesinin mantığı genel olarak şudur; insanlar tanrıları kızdırır ve tanrılar insanları yok etmek için bir dizi felaketler yollar. Kutsanmış veya tanrı buyruklarına uymuş bir kesim ise kurtulur ve böylece tam olarak insanlığın soyu tükenmez. Genelde buradaki yok edici etmen sudur. Dünyanın sular altında kalması veya bir bölgenin tamamen yok olması, Atlantis, Mu gibi kayıp kıtalar ve benzeri felaket mitleri için de yol açıcı olmuştur. İlerideki dönemlerde başka sebepler hakkında da yazı gelebilir. Örnek olarak Lut kavminin nedeni olan, melek ve insanların cinsel birleşiminden meydana gelen Nephillerin yok edilmesi için gerçekleştirildiğini savunan metinlerle ilgili de bir yazı hazırlayabilirim. Duruma göre bakarız. Lafı sakız etmeden devam edelim.

Birçok tufan mitini incelediğimizde, bu felaket bir son değil, aslında yeni bir başlangıçtır. Sembolik hâli ile Tanrı’nın insanlara verdiği ikinci bir şanstır. Prometheus, Gılgamış ve Mu kıtası gibi anlatımları incelediğinizde bunu çok daha iyi kavrayabilirsiniz. Özünde tufan miti insanların bir çeşit yoldan çıkmasının sonucudur. Bu belki, ileri düzeydeki teknolojilerin bize verebileceği zararın (tanrıcılık oynamak gibi) veya bu gibi nedenlerden doğacak günahlarımızın yansımasıdır. Tevrat’ta, insanların kötülüğünün arttığını ve sapmaya başladıkları belirtir. Yehova yapılanları beğenmez ve insanlara tufan gönderir. Kuran’da ise bu anlatım Hz. Nuh’un kavmime inanmayan, inkar eden ve Allah’ın elçisini reddedenlere verilmiş bir ceza olarak tanımlanır.

Sümer, Babil ve benzeri toplumların tesiriyle “Nuh tufanı bütün dünya çapında yaşanmıştır” biçimindeki anlatımların sonucunda, yaşanan olayın bölgesel veya evrensel olma ihtimalleri insanları bölmüştür. Farklı görüşler ortaya konulmuştur. Nuh tufanının evrensel olduğunu söyleyenlerin en güçlü kanıtı, neredeyse bütün anlatılarda, mitlerde, hikayelerde ve dinlerde bahsedilmesidir. Yine Tevrat’a göre bahsi geçen olay dünya çapında yaşanmıştır. Bu felaketten sadece Nuh ve ailesi hayatta kalmayı başarmıştır.

Sadece Nuh ve kavminin kurtulduğu ve Adem’den sonra insanların ikinci babası olduğu inancını ele alırsak, dünya üzerindeki birçok tufan efsanesinin ortak bir kökten, anlatımdan geldiğini savunabiliriz. Ancak eski dönemdeki milletlerin tufan anlatımları ile Semavi kitaplardaki anlatımlar uyuşmazlıklar barındırmakta. Eski anlatımların birçoğunda tufan evrensel değil, bölgeseldir. Ayrıca eski anlatımlardaki kahramanlar tanrı/ların acıması ile değil, ona/lara karşı direnerek hayatta kalmıştır. Yine birçok anlatımda olduğu gibi tufan bir hafta gibi bir sürede yaşanmamıştır. Net olarak bir bilgi olmasa bile bu zaman zarfı birkaç gün ve yılın sınırlarında kalmıştır.

Eğer Nuh Tufanını gerçek kabul edersek bu ciddi anlamda çok ama çok önemli bir olaydır. Tufanın etki alanı hakkında iki adet fikir vardır;

1-Tufan, dünya çapında yaşanmış bir su felaketidir.

2-Bölgesel bir olaydır ve kulaktan kulağa anlatım genişleyerek günümüzdeki halini almıştır.

Birçok bilim ve tarih araştırmacısının yapmış olduğu çalışmalar sonucunda, ikinci yargının geçerli olduğu belirlenmiştir. İkinci anlatımın ortak ataları ise Mu kıtası, Atlantis ve bazı Maya kehanetleridir. Böylece anlatım aşağı yukarı bir dayanak kazanmış olur. Haliyle tufan efsanesini anlamak için Mu kıtası tarzında şeyleri öğrenmek, bilmek gerekir. İlerideki dönemlerde hakkında yazı gelir.

Neyse. Bir bilgi vermek gerekirse eski dönemlerde yaşayan insanlara “dünya neresidir?” diye sorarsanız “ülkem” tarzında bir cevap almanız oldukça muhtemeldir. Yani eskiden insanların anladıkları dünya tanımı yaşadıkları yer ile sınırlı. Bunun bir örneği ise Kral Sargon’un yaptırdığı haritadır. Harita sadece Mezopotamya’yı kapsar

Kim bilir belki de anlatılan tufan efsanesinin kökeni burasıdır. Çünkü Ur ve Kiş’te yaşanmış sellerin olduğunu biliyoruz. İşin ilginci koskoca Amerika bile daha yeni keşfedildi (XV. yy.), bundan binlerce sene önce yaşamış insanların yaşadıkları yeri ‘dünya’ sanması gayet doğal ve anlaşılır. Üstüne üstlük karşılaştıkları bir afeti anlata anlata abartmış ve yazılı gelenekle günümüze kadar ulaştırılıp, kutsal metinlerin referans noktalarına bile işlemiş olabilirler. Burada da insan psikolojisine giriyoruz. Ancak bu yazıda psikolojiyi ele almayacağım. Mandela etkisi gibi konuları daha sonra konuşuruz.

George Smith’in 1874 yılında Aydın Kuyucak’ta belli kazı çalışmaları yapmıştır. Burada Asur, Babil ve Akad uygarlıklarına ait belli başlı tabletleri gün yüzüne çıkartmıştır. Bu tabletlerde Hz. Nuh’un hikayesi dahil olmak üzere din tarihinde yer edinmiş birçok kimsenin anlatımlarını ortaya koymuştur. Ortadoğu din geleneğinden beslenen bu üç dinin kaynağı sayılabilecek Tevrat’ta geçen neredeyse her anlatım, bu tabletlerde bulunmuştur.

Kuran’da, Hz. Nuh peygamber seçilmiştir. Kavmindeki iman etmeyenler için Hz. Nuh Allah’a dua etmiştir ve Allah duasını kabul etmiştir. Kavmindeki inanmayanlar için yollanan tufanın bütün bir insanlığa, Hz. Nuh’tan alakasız yerlere de (Mu anlatımının olduğu dönemdeki gibi “tek lider, tek vatan vesaire” anlayışı yoksa) faturayı kesmek pekte mantıklı olmaz. Zaten bu ilahi adalet ile uyuşmazlık gösterir.

Farklı toplumlardaki tufan anlatımı;

Tufan meselesi semavi dinler haricinde de birçok millet yer edinmiştir. Asya’nın bazı bölgeleri ve Afrika gibi istisnalar hariç tabi. Tufan anlatımının uydurulmuş bir şey olduğunu savunmak, günümüzdeki yaygınlığı ve kutsal metinlerdeki taşıdığı önemli yer ile ele alınırsa, savunulabilir değildir.

Hindistan’da Vedalar’da yer almayan tufan olayı, Catapatha Brâhmanâ’da anlatılır. Kutsal bir balık, insanların atası olan Manu’yu gerçekleşecek tufandan haberdar eder ve bir gemi yapmasını öğütler. Manu sevdiklerini ve dostlarını gemiye doldurur. Tufan başladıktan sonra kutsal balık gemiyi kuzey’e doğru çeker ve bir dağın yanına bırakır.

Avustralya’daki tufan anlatımlarında, dünyadaki bütün suyu içen bir kurbağadan bahsedilir. Suyun yokluğundan dolayı büyük sıkıntı çeken canlılar kurbayı güldürmeye çalışırlar. Kurbağa kahkaha atar ve milyonlarca litre su dünyaya saçılır. Öyle ki bu yayılma bir tufana neden olur.

Nuh tufanın bir benzeri ise eski Türk halklarında şöyle geçmektedir;

Yakın gelecekte kopacak tufanı herkesten önce bir Gök Tüylü Teke haber verdi. Gök Tüylü Teke, yedi gece, yedi gündüz dünyanın dört bucağını dolaştı ve yüksek sesle duyurdu (car çekti), bundan sonra yedi gün deprem oldu ve yedi gün dağlar ateş püskürdü, yedi gün yağmur, dolu ve kar yağdı, yedi gün tufan koptu ondan sonra korkunç soğuklar başladı. Yedi kardeş vardı, Tufanın kopacağı onlara haber verilmişti. Onların en büyüğünün adı Erlik, bir diğerinin adı da Ülken idi. Onlar yedi kardeş olarak bir gemi yaptılar ve her tür hayvandan bir çift gemiye aldılar. Tufan bittikten sonra bir horozu bıraktılar, soğuğa dayanamayıp hemen öldü. Sonra bir kazı suya bıraktılar kaz dolaşıp gemiye geri dönmedi. Üçüncü kez kargayı bıraktılar o da geri gelmedi. Bir leş bularak onunla ilgilenmişti. Yedi kardeş yere, kıyıya yetiştiklerini anlayarak gemiden indiler.”

İran’da ise tufan anlatımı, dünyadaki korkunç bir kıştan sonra biriken karların ve buzulların erimesi ile yaşanmıştır. Ahura Mazda, ilk kral ve insan olan Yima’ya öğüt verir. Yüksek bir dağa çıkmasını, belli bir zümreyi, canlıları ve bitkileri muhafaza etmesini söyler. Yima, iyi olanlar, bitki ve hayvanlarla dağın tepesindeki bir kaleye çekilir. Müthiş bir tufan kopar ve bu tufan altın çağa nokta koyar.

Orta ve Kuzey Amerika’da birçok aktarım vardır. Bu bölgedeki anlatımların temeli büyük su taşmalarıdır.

Yunan mitolojisinde ise Zeus, günahları çoğalan ve tanrıları rahatsız eden insanları yok etmek ister. Prometheus, bu bilgiyi oğlu Deucalion’a söyler ve bir gemi yapmasını anlatır. Deucalion, gemiyi yapar ve eşiyle birlikte yola çıkarlar. 9 kere Güneş ve Ay’ı gördükten sonra tufan sona erer. Parnassons dağına çıkarlar.

Tufan ile ilgili en eski anlatımlar ve kutsal metinler ile en uyumlu olanlar Asur, Babil ve Sümerler’in çivi yazılarına dayanır. Tufanın Sümer varyantı fragmanlar halinde günümüze kadar ulaşmıştır ancak çok zarar gördüğünü de belirtmek lazım. Akad ve Sümer’de, tufan anlatımı en büyük felakettir. Sümerler’e ait krallar listesi, 8 kralın adını andıktan sonra şunu belirtir;

Tûfan oldu. Tûfan her şeyi götürdüğünde ve gökten gelen âfet krallığı alçalttığında krallık Kiş’te idi.”

Sümerleri biraz daha detaylı yazacağım. Anlatıma göre;

İnsanlar öyle çoğalmıştı ki, Tanrılar
onların gürültü ve şamatasından uyuyamaz olmuşlar. Bunun
üzerine dört büyük Tanrı, bu insanları bir Tufan ile yok
etmeye karar veriyorlar. Bilgelik Tanrısı (Enki), yarattıkları
insanların ortadan kaldırılmasına çok üzülüyor ve Şuruppak
şehrinde yaşayan Utnapiştim’in evinin duvarından seslenerek,
Tanrıların bir tufan yapmaya karar verdiklerini, bir gemi
yapmasını söylüyor. Geminin tarifini veriyor. Adam (başka anlatımlarda Adem, Ziusudra, Gılgamış, Hasisethra vesairedir)
söylendiği şekilde gemiyi 7 günde tamamlıyor. Gemi
yapıldığı müddetçe çeşitli hayvanlar kesiliyor; beyaz, kırmızı
ve su katılmamış şaraplar nehir suyu gibi bol olarak içiliyor,
adeta yılbaşı törenlerine benzer şenliklerle işler yapılıyor.
Utnapiştim geminin içine ailesini, akrabalarını, sanatçıları,
kırların evcil ve yaban hayvanlarını dolduruyor. Bu arada
altın da almayı unutmuyor. Geminin kapısı kapanır kapanmaz
şiddetli bir fırtına ile birlikte yağmur boşanıyor. Sular yalnız
gökten boşalmakla kalmıyor.

Yer Tanrıları da yerden fışkırtıyor suları. Tufan öyle azgınlaşıyor ki, onu yaptıran
Tanrılar bile korkuyor. Bu kıyamet 6 gün 6 gece sürdükten
sonra yedinci gün gemi Nisir Dağına oturuyor, 7 gün
bekledikten sonra Utnapiştim bir güvercin salıyor dışarı. O
konacak yer bulamadığı için geri dönüyor. Daha sonra bir
kırlangıç gönderiyor, fakat o da geri geliyor. Son olarak
uçurduğu kuzgun geri dönmeyince dışarı çıkıyorlar.
Utnapiştim dağın tepesine kurbanlarla içkiler sunuyor.
Altlarında çeşitli ağaçların odunları yanan ocaklara 7 kazan
konarak kurban etleri pişiriliyor. Onların tatlı kokusunu duyan
Tanrılar üşüşüyorlar. Tufanı yaptıran Tanrı Enlil gelip gemiyi
ve insanları görünce çok kızıyor, kim bunları kurtardı diye.
Bilgelik Tanrısı ona karşı çıkarak, günah yapanı, kurallara
karşı geleni cezalandır; ama bu kadar ağır ve ölümcül olma
diye onu yatıştırıyor. Böylece Utnapiştim ve karısı, ölümsüz
bir yaşam ile nehrin ağzındaki Tanrılar bahçesine
yerleştiriliyorlar (Dilmun).

Babil’lere ait en detaylı tufan hikayesi, Gılgamış destanında bulunur. Destanla ilgili eldeki metin, Asurbanipal Kütüphanesi’nden gelmektedir ve epey eski orijinal metinlerin kopyasıdır. Anlatım tam 12 adet tablete yazılmıştır. Tufan ise 11. tablettir.

Gılgamış Destanı’nda bu tufanın oluş şekli ve tufanın nedenlerinden Tanrıça İştar (İnanna) gösterilmektedir. Gılgamış ise tufandan kurtulmuş olan ve sağ kaldığını öğrendiği Utnapiştim’i bulmak ister.

Uruk şehrinin hükümdarı Gılgamış, can dostu Engidu’nun ölümü üzerine onu tekrar hayata döndürmek ister. Bunun için tufandan kurtulan ölümsüzlük ile ödüllendirilen Utnapiştim’i bulmak ve ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek için çabalar.

Utnapiştim ona tûfan olayını anlatır. Utnapiştim, Fırat kenarındaki Şuruppak şehrinin kralıdır. İnsanoğlunun aşırı gürültüsünden rahatsız olan tanrılar, insan soyunu tûfanla yok etmek isterler; fakat Tanrı Ea, Utnapiştim’i haberdar eder ve ailesiyle birlikte belli sayıda hayvanı kurtarmak için bir gemi yapmasını söyler.

Geminin eni boyuna eşit olacaktır. Hemen işe koyulurlar ve beşinci günün sonunda geminin 3600 m²’lik omurgası kurulur. Geminin bordası 60, dış yüzeyi ise 240 m²’dir. Alt ve üst güverteleri yedi, ambarı dokuz bölmeye ayrılmıştır. 7. günde geminin yapımı tamamlanır. Utnapiştim gümüşünü, altınını, ailesini, kırların evcil ve yabani hayvanlarının hepsini gemiye alır. Tûfan, sel gibi yağan bir yağmurla başlar ve bu yağmur, 6 gün, 7 gece sürer. Adeta göklerin vanaları açılır, yerin bentleri yıkılır, sonunda her yeri su kaplar. 7. gün fırtına diner ve gemi Nissir dağına oturur.(Tevrat’da da 7 gün ifadesi geçmektedir) Aynı gün Utnapiştim bir güvercin, sonra bir kırlangıç gönderir, fakat kuşlar geri döner. Nihayet bir karga gönderir, karga geri dönmez. Bunun üzerine Utnapiştim, Nissir dağı üzerindeki gemiden iner ve tanrılara kurban sunar.

İnsanların yok olmadığını gören tanrı Enlil, öfkelendi. Fakat Utnapiştim’e tufanı haber veren Ea, bütün insanlığı helâk etme kararı sebebiyle Enlil’i eleştirerek suçlu kim ise onu cezalandırmasını ve günahın cezasını da sadece işleyenlerin çekmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Enlil, Utnapiştim ve eşinin ölümsüz olmasına ve nehirlerin buluştuğu yerde yaşamalarına karar verir. Çok sonraları Gılgamış ölümsüzlüğü ararken Utnapiştim’i orada ziyaret eder ve kendisinden tufanı öğrenir.

Arkeolojik araştırmalar, Sümer ve Akad’ın korkunç sel felâketlerine mâruz kaldığını göstermektedir. Bu su baskınlarından biri, Kiş’te meydana gelmiş, ortalama 30–40 cm. kalınlığında bir çamur kütlesi şehrin medeniyetini oluşturan çoğu şeyi kaplamıştır. Benzer bir su baskını, milâttan önce 4000'lerin sonuna doğru Jemdet Nasr şehrinde yaşanmıştır ve insan boyuna yakın çoğu şey toprağa gömülmüştür. Aynı dönemde Şuruppak’ta da tûfan izlerine rastlanmaktadır. Ancak Ur şehrini kuşatan tûfanın izleri daha belirgindir. Nitekim Woolley, 1927–1929 arasında Ur’da yaptığı araştırmalarda 2,5 metre kalınlığında bir çamur tabakası bulmuştur. Bu tabakanın oluşumu, suyla getirildiğini göstermekte ve çamur tabakasının altında eski bir uygarlığın varlığı gözlenmekteydi.

Hıristiyanlık ve Yahudiliğe göre Nuh Tufanı

Tufan olayı hakkında Tevrat’ta bulunan bilgiler, Tevrat ve Yahudi hadisleri özelliğini taşıyan Talmud’a dayanmaktadır. Tevrat’taki, tufan anlatımı genel olarak şöyledir; Yahve, yeryüzünde insanların kötü olduğunu. ve içlerinden devamlı kötü düşünceler geçirdiklerini görür. İnsanları yarattığına pişman olarak

Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri ve gökteki kuşları yeryüzünden sileceğim. Çünkü onları, yarattığıma pişmanım” der.

Yahve, gökyüzünün altında yaşayan, soluk alan her canlıyı büyük bir su felaketi ile yok edeceğini açıkça belirtir. Sadece Nuh ve ailesi bu kesimin içinden değildi. Bunun için Nuh’a bir bildiri verdi ve Gofer ağacından (bildiğimiz adıyla Servi ağacı Noel ve Türk yaratılışı hakkındaki yazımda anlattım) bir gemi yapmasını, her canlının dişisini ve erkeğini almasını emretti.

Her türdeki kuştan, her türdeki çiftlik hayvanından, her türdeki sürüngenden biri erkek, biri dişi olmak üzere ikişer tanesi sağ kalmak için sana gelecekler. Yanına hem kendin hem de onlar için yenilebilecek ne varsa al, ileride yemek üzere depola!” der ve Nuh kendisine emredileni yapar.

Kitâb-ı mukaddes, Eski Ahit, yaratılış, 6/18–20; 7/2–9, 13–16

Diğer taraftan yine Tevrat’a göre temiz sayılan hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere 7’şer çift, kirli olan hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere 2’şer çift, kuşlardan 7’şer çift almasını ister. Yahudi kaynakları, temiz hayvanlardan 7’şer çift alınmasını karaya çıktıktan sonra kurban edilmeleri amacıyla açıklar. Hayvanlar, Nuh’a kendi istekleriyle gelmişler ve Nuh da onları gemiye almıştır. Bir bilgi vermek gerekirse Yahvist ve Ruhban kaynaklarda, gemiye giren hayvanlar konusunda çatallanma yaşanır.

Ruban Metin;

Her türdeki kuştan, her türdeki çiftlik hayvanından ve her türdeki sürüngenden erkek ve dişi olmak üzere iki hayvan gemiye getireceksin.”

Kitâb-ı mukaddes, Eski Ahit, yaratılış, 6/19–20

Yahvist Metin:

“Kendine her temiz hayvandan erkek ve dişi olarak yedişer ve temiz olmayan hayvanlardan erkek ve onun dişisi olarak ikişer, göklerin kuşlarından da erkek ve dişi olarak yedişer alacaksın”

Kitâb-ı mukaddes, Eski Ahit, yaratılış, 7/2–3

Geminin uzunluğu 300 arşın (yaklaşık 204 metre), genişliği 50 arşın (yaklaşık 34 metre ve yüksekliği 30 arşın (yaklaşık 20 buçuk metre) olacaktır. Geminin içi ve dışı ziftle sağlamlaştırılacak ve bölmelere ayrılacaktır. Gemide boyu yukarıya doğru bir arşını bulan bir pencere yapılacak, geminin kapısı yan tarafa konulacak, ayrıca alt, orta ve üst güverteler olacaktır.

Nuh, oğulları (Sâm, Hâm, Yâfes), Nuh’un karısı ve oğullarının karıları olmak üzere toplam 8 kişi gemiye girerler. Yahve’nin emrine göre temiz olanlardan yedişer ve temiz olmayan hayvanlardan ikişer ve kuşlardan ve toprak üzerinde sürünenlerin hepsinden erkek ve dişi olarak 2’şer 2’şer gemiye girerler. 7 günün sonunda dünyanın bütün kaynakları fışkırır, göklerin kapakları açılır, tufan suları yeryüzüne iner ve 40 gün 40 gece yağmur yağar. Yahve, geminin kapısını kapar, sular yükselir ve dağları 15 arşın aşar (yaklaşık 10 buçuk metre); yeryüzünde olanların hepsini, insanlardan 4 ayaklılara, sürüngenlere ve kuşlara kadar bütün varlıkları yok eder; sadece ailesinden 7 kişiyle Nuh ve gemide bulunanlar hayatta kalır.

Yahudi âlimi Raşi’ye göre tufan yaşanırken 365 gün boyunca dünya üzerinde tek bir canlı bile yaşayamamıştır. Yahve’nin rızası ile Nuh ve ailesi karaya ayak basarlar. Tanrının rızası için Nuh, bir sunak yapar ve Yahve’ye temiz hayvanlardan kurban verir. Tanrı, Nuh’un davranışından razı olur ve bir daha felaket yapmayacağını söyler.

Kitâb-ı mukaddes, Eski Ahit, yaratılış, 8/6–22; 9/1–17

İslam öncesi semâvî dinlerde melek, cin ve şeytân gibi ruhânî varlıkların kabul edildiğini biliyoruz. Eski Ahit’te cennette Şeytân’ın yılan şekline girerek Hz. Adem ve Havva’ya nasıl tuzaklar kurduğu detaylı bir şekilde anlatılmakta ; “Tanrı oğulları” olarak nitelendirilen meleklerin, yeryüzü kızlarını güzel bularak onlarla evlendikleri belirtilmektedir. Nuh Tufanı, yeryüzündeki bütün kötü insanları yok ettiği zaman, bu alçaklar, yeryüzünü terk ederek ruhlar âlemine dönmek istemişler; fakat tekrar melekler diyarında yer almalarına müsaade edilmemiştir. Tanrı, Tufan’dan sonra cin haline gelmiş bu ruhanilerin şekil alıp maddeleşmelerine müsaade etmemiştir. Detaylı bilgi için Peygamber Enok’un kitabını okuyabilirsiniz.

İncil, 2. Petros 214 ve Doç. Dr. İlyas Çelebi, “Kurân-ı Kerîm’de İnan-Cin Münasebeti”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 13 – 15, İstanbul 1997, s.167

Bütün bu bilgiler ile birkaç teori üretebiliriz;

1- İnsanlar, insan kılığına girmiş melekler ile cinsel ilişkiye girmişler ve Nephilimler denilen yarı insan yarı melek canlılar ortaya çıkmış. Nephilimler büyük sorunlara yol açtığı için ve tanrı bu melez ırkı yok etmek adına tufan göndermiştir.

2- İnsanlar teknoloji, bilim gibi konularda çok ileri gitmişlerdir ve bu denli bir gücü kontrol edemeyip kendi sonlarını getirmişlerdir. Atom bombası iyi bir örnek. (Atlantis, Mu)

3- İnsanlar tanrı inancını yitirmiş ve kendilerine başka ilahlar edinmeye başlamışlar. Dünyanın bu biçimde ana inancından saptığını düşünen tanrı belli bir kesim hariç, tabiri caizse yaptığı hatayı düzletmek adına tufan yollayan bir tanrı var. (Semavi dinlerdeki yaygın anlatım)

Not: “hatayı düzeltmek” ifadesini ben değil, yaptığı hareketten “pişman olan Yahve” belirtiyor ve tabi diğerleri de bir nevi benzer.

Ek teori; bu anlatımlarla uyuşacak türden bir “tufan” yaşanmamıştır. Sıradan bir afet, abartılarak ve kulaktan kulağa yayılarak bu hâle gelmiştir.

İslam’a göre Nuh Tufanı

Bu yazıyı okuyan insanların genelinin Müslüman olduğunu düşünüyorum. O nedenle “İslam’a göre Nuh Tufanı” adlı bölümü diğer inançlara ziyade daha uzun tutacağım. İlk öncelikle şunu belirtmekte fayda var. “Tufan” kelimesi Kuran’da iki kere geçmektedir. İlk olarak el-A’raf 7/133 ve sonrasında ise el-Ankebût 29/14. Biri Firavun ve Mısır halkına karşı söylenirken, bir diğeri ise tahmin edeceğiniz üzere Nuh tufanı için söylenmiştir. Kuran’daki tufan anlatımı diğer semavi dinlerin anlatımı ile neredeyse aynı (diğerlerine göre daha sığ bir anlatım mevcut ancak olay aynı). Ancak birkaç adet fark var, bunlar; Geminin ölçüleri, biçimi, gemiye alınan hayvanlar, sayıları ve türleri, tufanın süresi vesaire belirtilmemiştir.

Nuh tufanı A‘râf, Yûnus, Şuarâ ve Nuh sûrelerinde de geçmekle birlikte en ayrıntılı biçimde Hûd sûresinde anlatılır. Kuran’da bildirildiğine göre Nuh tûfanının muhatabı, Nuh kavminin inanmayanlarıdır ve tûfan, onları cezalandırmak için gönderilmiştir. Nuh’un davetine karşı çıkanların ve hatta tüm dünyadaki canlıların cezalandırılması ilahi adaletle bağdaşmaz, dolayısıyla Nuh tufanının yalnız Nuh kavminin yaşadığı bölgeye has olması gerekir. Ayrıca Nuh’un peygamber olarak gönderildiği kavim, putperesttir. Nuh, onları Allah’a kulluğa davet ettiği, putları bırakıp Allah’a dönmeleri için çok uğraştığı halde onlar putlara tapmaktan vazgeçmedikleri gibi, bazı insanlar

“Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved’den, Süvâ‘dan, Yegūs’tan, Yeûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin.” diyerek insanları Nuh’un davetinden uzaklaştırmışlardır.

Kurân-ı Kerîm, Nuh 71/23

Nuh, kavmini Allah’tan başkasına tapmama konusunda uyarmış, aksi takdirde başlarına gelecek azabı kendilerine haber vermiş, uzun mücadeleler sonunda kavminin putperestlikten vazgeçmediğini görünce inanmayanları cezalandırması için Allah’a dua etmiş, Allah da onun duasını kabul etmiş ve inkârcı kavminin tufanla helâk edileceğini, kendisinin ve inananların kurtulacağını bildirerek bir gemi yapmasını istemiştir.

İslam’da öne çıkan kaynaklar ikiye ayrılır:

1: Hadis ve rivayete dayalı (mesela: Kütübi Sitte gibi hadis kitapları veya Buhari, Hallac, İbn. Arabi gibi kişilerin aktardıklarına -ilham yoluyla edindikleri bilgilere- dayalı iddialar)

2: Kuran-ı Kerim. (Yani İslam hakkında en güvenilebilecek kaynak)

Gemiye alınan hayvanlara gelince, Tevrat’takinin aksine Kurân’da birer çift alındığı kaydedilmektedir. Bu tufanda Nuh ve beraberindekiler kurtulmuş, Nuh’un eşi ve bir oğlu dahil inanmayanlar boğulmuştur. 40 gün, 40 gece gök suyunu boşaltmış, yer suyunu fışkırtmış, daha sonra gemi yüzmeye başlamış ve altı ay su üzerinde kalmıştır. Ardından gemi Cûdî’ye (Görülebilen en büyük dağ) oturmuş ve Nuh’a, “Ey Nuh! Sana ve seninle birlikte olanlara bizden selâm ve bereketle gemiden in” denilmiştir.

Tabii İslam dünyası içinde Hadisleri kabul eden ve etmeyen iki kesim olduğundan dolayı, Kuran harici kaynaklar büyük bir inanan çoğunluğu tarafından kabul edilmemektedir. Bu yüzden Nuh Tufanı efsanesi de, diğer toplumlar ve inançlar arasında olduğu gibi, İslam dünyası içinde de farklı versiyonlarla kabul görmektedir. Tıpkı Miraç olayı, namaz vesaire gibi…

Nuh’un Gemisi (Noah’s Ark)

Kurân’da bu gemiyle ilgili olarak sadece tahtalardan yapıldığı ve çivilerle çakıldığı bilgisi yer almakta, geminin diğer nitelikleri hakkında bilgi verilmemektedir. Rivayete göre “Gözlerimizin önünde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap” emri gelince, Hz. Nuh, tahtayı nereden bulacağını sorar, ona ağaç dikmesi emredilir ve o da Hint meşesi denilen ağaçları diker. 40 yıl sonra bu ağaçları keserek gemiyi yapar. Ona geminin nasıl yapılacağını Cebrâil öğretir. Geminin başı, horozun başı, gövdesi kuş gövdesi, arka kısmı horozun kuyruğunu andırmaktadır. Nuh’a canlıların her birinden birer çift ile “haklarında hüküm verilmiş olanlar dışında” ailesini ve iman edenleri gemiye bindirmesi emredilmiştir.

Bu geminin büyüklüğü ve hakkında çeşitli bilgiler vardır. İslam alimlerinin görüşü, Hz. Nuh’a inanan 80 inananla bunların ihtiyaç maddelerini ve orada var olan hayvanlardan birer çift alabilecek büyüklükte olduğudur. Bunun yanında geminin 3 katlı olduğu da kaydedilir. Ama bu gemi için asıl önemli olan, onun sıradan yelkenli bir gemiye değil, buharlı bir vapura benzemesidir.

Elmalılı Hamdi Yazır, “nihayet emrimiz geldiği ve tennur feveran ettiği vakit” mealindeki ayette geçen “tennur” ve “feveran” kelimelerinden hareket ederek, bu geminin buharlı bir vapur olduğunu anlatır. Ayette geçen “tennur” kelimesine müfessirler, çeşitli anlamlar vermişlerdir. Birçok tefsir âlimi, “tandır” anlamına gelen “tennur” kelimesini gerçek anlamında kullanırlar.

Tandır, en bilinen anlamıyla “üstü kapalı ocak” demektir. Bu “tandır”ın Hz. Nuh’a ait olduğunu söyleyenler olduğu gibi, “Havva’nın ekmek pişirdiği tandırdır.” diyenler de vardır. Şu bir gerçektir ki İslam dünyasında daha kalabalık olmakla beraber, her dinde hikayeleri çağına göre uyarlayan insanlar vardır. Bugünün bilimsel gerçeklerinden yola çıkarak ayetleri yorumlayanlar, bundan 50 yıl sonra bu bilimsel gerçeklikler değişir veya yanlışanırsa, yorumlarını da gününe göre tekrar değiştireceklerdir.

“Şimdi biz, gemiden söz edilirken, tam ocak feveran ettiği sırada yük emri verildiğini işittiğimiz zaman, o geminin harekete hazır vaziyette bir vapur olduğunu anlamakta hiç tereddüt etmeyiz. Ancak vapuru görmemiş olanlar, buna geçiş yapamazlar ve ’Acaba bu ocak feveranı ne demektir? Bu olsa olsa bir işarettir’ şeklinde düşünmekte mazur olurlar.”

Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’an Dili”, 4: 2780–1.

Geminin yanı sıra tufana inananların esas meraklarını çeken bir diğer nokta ise suların yeryüzünden çekilmesinden sonra Hz. Nuh’un gemisinin nerede durduğu ve hayatına nerede devam ettiğidir. Hemen hemen tüm tufan anlatımlarında geminin bir dağ üzerinde karaya oturmasından söz edilmektedir. Sümerlere ait anlatımda bu dağın ismi Dilmun, Gılgamış destanında ise Nissur ya da Nisir, başka rivayetlerde ise Lubar ve Massis dağlarıdır. Her ne kadar tarihi rivayetlerde geçen bu dağ isimlerinden bazıları farklı seslenişlerde (Dilmun, Nissir ve Missir gibi) Cudi Dağı ile özdeşleşse de; bunların hem coğrafi konumu hem de varlığı tam olarak bilinmemektedir.

İslamî inanışlara göre, Tufan’dan sonra Nuh’un Gemisi, Cudi Dağı’nın üzerine oturmuştur. Sözü geçen geminin Ağrı’da bulunduğu konusunda söylentiler vardır. Austen Henry Layard ve L. King, bu dağın dolaylarında çivi yazısıyla hazırlanmış Asur yazıtlarına rastlamışlardır.

Kurân’da geminin Cudi dağına oturduğu söylenmektedir. Bu olay, Hud Sûresi’nde:

“Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök, tut suyunu denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve Zâlimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun denildi.” şeklinde anlatılır.

Kurân-ı Kerîm, Hud Sûresi 11/44

Bahsedilen dağ, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin Şırnak ili sınırları içine düşmektedir. Şırnak ismi, “Şehr-i Nuh” anlamında çok eski bir isimdir. Cudi Dağı’nın eteğinde de ismi “80’ler” anlamına gelen Heştan Köyü bulunmaktadır. Heştan Köyü’nün Nuh tarafından kurulduğuna inanılır ve köyün ismi, Talmud ve hadislerce Nuh’un Gemisi’nde bulunduğuna inanılan 80 kişiye atfen böyle anılmaktadır.

Cûdî’nin hangi dağ olduğu konusunda âlimler arasında farklı görüşler vardır; bunun bir dağın özel adı olmayıp “bereketli topraklar” anlamına geldiği ve Nuh ile beraberindekilerin tûfan sonrası bereketli topraklara indirildikleri de ifade edilmektedir.

Tevrat’da bu dağ şöyle aktarılır:

“Gemi, 7. ayda, ayın 17. gününde Ararat Dağları’na oturdu.”

Burada geçen “Ararat Dağları”, gemi için belirli bir yeri göstermekten çok, Urartuların toprakları içinde yer alan dağlar silsilesine işaret etmektedir. Çünkü M.Ö. 900–600 yıllarında Van Gölü merkezli hüküm süren Urartular, Mezopotamya’da bulunan Asurlular’a komşu ve rakip bir krallıktır. Urartular, günümüz Ermenistan ve Azerbaycan’ın Batı kesimi ile İran’ın Urmiye bölgesini ve Dicle Nehrinin kuzeyini içine alan bir coğrafyadır. Dolayısıyla Ararat Dağları’ndan söz eden Eski Ahit’teki bu ifadeler, Cudi Dağı’nı da içine alan geniş bir alana yayılmış dağları ifade etmektedir.

Cudi Dağı’yla ilgili, en önemli sorun, Hz. Nuh’un Gemisi’nin karaya oturduğu yerin, yeterince araştırmalara ve arkeolojik kazılara açılmamasıdır. Belki de, Hz. Nuh’un Gemisi’ne ait kalıntıların Cudi Dağı’nda gün yüzüne çıkarılmasıyla Gemi’nin nerede demirlediği ile ilgili tartışmalara son nokta konulacaktır.

Bunun yanında “Nuh Tufanı” sadece bir efsaneyse, bunun günyüzüne çıkarılması özellikle bu bölge üzerinde yaşayan Müslüman halka büyük bir darbe vuracaktır. Çünkü bilimsel açıdan bütün dünyayı ya da bütün bir ülkeyi, dağları aşacak seviyede büyük bir sel felaketi altında bırakabilecek bir doğa olayının yaşanması mümkün değildir. Muhtemelen bunlar, yukarıda bahsettiğim 1–2 sel felaketinin abartılarak aktarılmasından dolayı oluşmuş rivayetlerdir. Yine de bütün dünyada bu efsanenin yer aldığı düşünülürse, kesin bir hüküm vermemek en iyisi olacaktır. Sanırım araştırmalar doğru düzgün yapılmadığı müddetçe, bu Tufan olayı ile alakalı net bir bilgiye ulaşmak mümkün olmayacak.

Bu konuyu da açıklığa kavuşturduğumuza göre, bugünlük benden bu kadar. Sağlıklı günler^^

NOT: Bu yazı ve diğer yazılarım tamamen bana aittir ve hakları saklıdır. Kaynak göstermeden veya benden izin almadan herhangi bir makalemi elektronik ya da matbuu mecrada kopyalamanız halinde hakkınızda yasal işlem başlatılacaktır. İlgili makalenin kaynakları altta belirtilmiştir.

PDF kaynaklar:

https://www.researchgate.net/publication/340223093_George_Smith_Assyrian_Discoveries_An_Account_of_Explorations_and_Discoveries_on_the_site_of_Nineveh_during_1873_and_1874

https://digital.library.mcgill.ca/chapbooks/pdfs/PN970_C52_no_36a.pdf

https://biblicalstudies.org.uk/pdf/ft/flood_clines.pdf

https://iwra.org/member/congress/resource/ABSID500_ABSID500_Saswati_RoyID_500Full_paper.pdf

https://bora.uib.no/bora-xmlui/bitstream/handle/1956/15470/152883485.pdf?sequence=1&isAllow

https://uruk-warka.dk/Gilgamish/The%20Epic%20of%20Gilgamesh.pdf

https://delong.typepad.com/files/gilgamesh.pdf

file:///C:/Users/90534/Downloads/Gilgamis_Destani_The_Epic_of_Gilgamesh.pdf

http://courses.missouristate.edu/josephhughes/katabasis/readings/gigly.pdf

Matbuu kaynaklar:

Donald A. Mackenzie-Babil ve Asur mitleri, İlya yayınevi, dördüncü baskı, Mayıs 2013, İzmir, s.193–244

John Fıske-Mitler ve mitleri yapanlar (Eski masal ve batıl inançların karşılaştırmalı mitoloji tarafından incelenmesi), İlya yayınevi, onuncu baskı, Nisan 2013, İzmir, s.146–163 (V. bölüm)

Adrıan G. Gılbert and Maurice M. Cotterell-Maya kehanetleri, Sınır ötesi yayınları, II. bask: Nisan 2002, s. 222–225

Muazzez İlmiye Çığ-Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki kökeni, Kaynak yayınları, 52. baskı: Eylül 2020, s. 34, 60–67

Jean-Paul Roux-Eski Türk mitolojisi, Bilge su yayınları, II. Baskı, 2012, s. 67–81

Mary Elizabeth Burt & Zenaide Alexeievna Ragozin-İthaka kahramanı Odysseus, İlya yayınevi, üçüncü baskı, Mart 2013 İzmir, s. 18–21, 27–30

Richard Holloway-Dinin kısa tarihi, Alfa yayınları (Araştırma), birinci basım: Ocak 2019, s. 138–145 (17. bölüm)

Sinan Meydan-KÖKEN (Atatürk ve kayıp kıta Mu 2), İnkılap yayınevi, 11. baskı, İstanbul 2018, s. 83–92, 114–115

“Peygamber Enok’un kitabı”, Hermes yayınları, 14. baskı, s. 92–94 (66 ve 67. bölüm)

Emilie Kip Baker-Antik Yunan ve Roma hikayeleri, Kanon kitapevi, 2. baskı, s. 33–36

James Churcward-Kayıp Kıta Mu (insanların ana yurdu), Puslu yayınevi, 1. baskı, Kasım 2018, s. 39–50

Pierre Grimal-Yunan mitolojisi, Dost yayınları, 4. baskı, Nisan 2018 Ankara, s. 13–25

N. K. Sanders, The Epic of Gilgemesh, Revised Edition
Incorporating New Material, Penguen Books, 1972, s. 108-
113.

Ömer Faruk Harman, “Tufan” maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 2012, cilt 41, s. 319–322

Doç. Dr. İlyas Çelebi, “Kurân-ı Kerîm’de İnan-Cin Münasebeti”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:13 – 15, İstanbul 1997, s.167

Orhan Hançerlioğlu-Düşünce tarihi, Remzi kitapevi, 23. baskı: Eylül 2017, s. 31, 37–44, 48

Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya ve tarih-i Hulefa, 1323. baskı, s. 4

İncil, I. Petrus, 3/20–21. 2. Petros 214.

Kitâb-ı Mukaddes, Eski Ahit, Yaratılış, 6/5:7, 13. Eski Ahit, Yaratılış, 6/5–9/17Eski Ahit, Yaratılış, 6/5–8, 7/1–5, 7, 8–9, 10, 12, 16b, 17b, 22–23; 8/2b, 3a, 6–12, 13b, 20–22 Eski Ahit, Yaratılış, 6/5–13, 17; 7/4 Eski Ahit, Yaratılış, 6/14–16, 6/18–20; 7/2–9,13–16,Yaratılış, 7/2–3,Yaratılış, 6/14–16, Yaratılış, 7/1–4.Yaratılış, 7/7–9,Yaratılış, 7/10, 12, 16b, 22–23,Yaratılış, 8/6–22; 9/1–17, Yaratılış, 7/2–3, Yaratılış, 6/19–20, Yaratılış, 7/4, 12, 17; 8/6,Yaratılış, 7/4,Yaratılış, 7/11; 8/2

Kurân-ı Kerîm, el-A‘râf 7/59–64; Hûd 11/25–49; el-Furkān 25/37; eş-Şuarâ 26/105–122; el-Kamer 54/9–16 el-A‘râf 7/133; el-Ankebût 29/14; Nuh 71/23; Nuh 71/1–4; eş-Şuarâ 26/118–119; Nuh 71/1–28; Hûd 11/36–39; Hûd 11/40–47; el-Mü’minûn 23/26–29; el-Furkān 25/37; el-Kamer 54/9–17; el-Kamer 54/13; Hûd 11/37; Hûd 11/40; Hûd Suresi, 40; Hûd Sûresi 11/44

--

--

Ata Çakır

Kendi bilgi birikimini aktaran, tarih, felsefe ve bilim hakkında kaynaklı detaylı yazılar yazan klasik birisi.